29 Eylül 2009 Salı

Roma-Mekke Bisiklet Turu

Uzun zamandır bu turda yaşadıklarımı yazmayı düşünüyordum. Nihayet yazıyorum…

Öncelikle, bu bisiklet turundan nasıl haberdar olduğumu anlatayım. 2008 ekim ayında Alanya triatlon yarışına Furkan’la İstanbul’dan gidiyorduk. Atatürk havalimanında uçağa bisikleti koymak için normalde para almamalarına rağmen, bizden para istemişlerdi. Biz de bunun üzerine, havalimanında ufak çaplı bir tartışma yaşamıştık, fakat parayı ödemek zorunda kalmıştık.

Antalya’ya indik ve bagajlarımızı havalimanında beklemeye başladık. O sırada yanımıza bir adam geldi. Bizim İstanbul’daki tartışmamızı görmüş ve bisikletçi olduğumuzu anlayarak gelmiş. Bize 2009’un ekim ayında bir bisikletli ekibin ‘Dünya Barışı ve Dinlerin Kardeşliği’ için Roma’dan Mekke’ye kadar bisiklete bineceğini söyledi. Ben de ayaküstü hemen adama mail adresimi vermiştim.

Mart ayında şu anda ismini hatırlamadığım bir sınavdan çıkmış, merdivenlerden aşağıya inerken; telefonum çaldı. Arayan turun organizatörlerinden Sedef Bircan’dı. Bana turdan bahsetti. Tüm organizasyon boyunca yapacağım tüm harcamaların sponsorlar tarafından karşılanacağını belirterek, Türkiye etaplarında (Çeşme-Hatay) katılıp katılamayacağımı sordu.
Ben de ‘tamam katılabilirim’ dedim. Hatta bana Mekke’ye kadar gidebilirsin bile dedi ama ben, maalesef böylesine büyük bir fırsatı teptim. J

İşte benim için tur, o telefonla başladı. Hayatım boyunca yapmayı en çok istediğim şeylerden birini, cebimden bir kuruş para çıkmadan sponsorlar eşliğinde yapacaktım. Üstelik turun çok güzel bir amacı da vardı.

Tur Güzergahı

Haftalar ve aylar birbirini kovaladı ve nihayet eylül ayı geldi. Anıl Şarkoğlu ile beraber Ağrı Dağı tırmanışından döndük ve sadece iki kere uzun bisiklet antrenmanı yapma fırsatım oldu. Sonra bir anda kendimi Çeşme otobüsünde buldum ve yola çıktım. Böyle 11 günlük bir tur için çok az antrenman yapmıştım ve açıkçası vücudumun böylesi bir olayı kaldırıp kaldırabileceğinden pek emin değildim. İşte kafamda bu sorularla, bana eşlik eden bisikletim ve sırt çantam ile Çeşme il merkezinden, limana gittim.

Türkiye Etapları

Limanda; Sedef Hanım, diğer organizatörler ve benden başka gruba eşlik edecek 4 Türk bisikletçi; Bahadır Karaata(Baga), Mustafa Yeniçeri, Can Demirel ve Sedat Tuncer ile tanıştım. Geriye kalan 20 bisikletçinin gelmesini bekledik. Limana bir gemi yanaştı ve içinden 20 adet; en genci 41, en yaşlısı 69 yaşında olan formalı bisikletçi indi. J Bir anda gözlerime inanamadım ve bakakaldım. Ben kendi yaşıtlarımda insanlar beklerken, bir anda karşıma saçları beyazlamış yaşlı insanlar çıkmıştı. İşte o an turun çok ilginç geçeceğini anladım…

1.    Gün (Çeşme-Kuşadası) 29 Eylül 2009

Etap: 143.29 Kilometre
Süre: 05.35.20 Saat   

Yunanistan’dan gelen bisikletçiler için ufak bir karşılama töreni düzenlendi. Bu arada biz de organizasyon formalarını giydik. Ardından saat 11.00 gibi bisikletlerimize bindik ve yavaş yavaş şehir merkezinden Kuşadası’na doğru yola çıktık.



Önümüzde ve arkamızda; polis araçları, 2 adet motorize ekip ve ambulans var. Şehir içinden geçerken, tüm yollar bizim için kapatılıyor ve tüm kavşaklarda geçiş üstünlüğümüz var. Ve bu yazdıklarım tüm etaplar için geçerliydi. İlk kez böyle bir ortamda bisiklet sürüyordum.  Gerçekten muhteşem bir duyguymuş, bisiklete böylesine rahat binebilmek…



Sizlere biraz da ekibin nasıl bisiklete bindikleri hakkında bilgi vereyim. Ekip, şehirden çıktıktan sonra ikiye ayrıldı. İlk grubun düz yolda ortalama hızı, 30-35 kilometre aralığında ki; bu yaştakiler için ve bu kadar uzun mesafeler için bence harika bir hız… İkinci grup ise daha yavaş sürenlerden oluşuyor. Biz Türk bisikletçiler olarak, ilk grupta yer alıyoruz.

Ekip, yaklaşık her 30 kilometrede bir mola veriyor. Ancak; gruba girince şunu gördüm ki, grubun içerisinde bir sürüş düzeni yoktu. Biraz dağınık gidiyorlardı. Sonradan öğrendim ki, ilk kez bu turda beraber biniyorlarmış.

Hava çok sıcak olmasına rağmen, iyi gidiyoruz ve ön gruba alışmaya çalışıyorum. Sohbet, muhabbet derken sağda bir kavuncu görüp hemen çekiyoruz bisikletlerimizi önüne ve iki dilim kavun atıp ağzımıza yola devam ediyoruz.

İlk mola yerine gayet hızlı bir şekilde geliyoruz. Biz mola verdiğimizde, grubun arkasındaki organizasyon aracı hemen yanımıza geliyor ve bagajdaki muz, meyve suyu, ekmek gibi yiyecekleri yemeye başlıyoruz. Yani anlayacağınız; bir bisikletçinin sahip olmak isteyeceği her türlü konfora sahibim. Ve şu an aklımda sadece bisiklet sürmek var, başka hiçbir şeyi düşünmüyorum.

Çeşme’den uzaklaştıkça yol daha da yokuşlu bir hale geliyor. Gerçekten uzun iniş ve çıkışları ardımızda bırakıyoruz. Kilometreler gidildikçe, yorgunluğumuz artıyor. Ama böyle zamanlarda aldığım bir aspirin ile yorgunluğumu unutuyorum.

Bugünkü etabın bitişi Efes’te… Ve bir bakıyorum ki, son tırmanışa gelmişim. Tepede karşılama komitesi ve tabi ki de limonatalar bizleri bekliyor. Hemen limonatalara saldırıyoruz. Sonra, otelimizin yolunu tutuyoruz. İyi bir akşam yemeğinin ardından sabah 07.00’de kalkmak üzere odalarımıza çekiliyoruz.

Biraz da olsa yorgunluk hissediyorum bacaklarımda. Hem Çeşme’ye kadar olan otobüs yolculuğunun, hem de etabın yorgunluğu var ve hemen uyuyorum zaten. Umarım yarın sabaha dinlenmiş bir şekilde kalkarım.

2.    GÜN (KUŞADASI-NAZİLLİ) 30 Eylül 2009

Etap: 127.29 Kilometre
Süre: 04.56.29 Saat

Sabah gayet iyi ve dinlenmiş bir şekilde kalktım. Oteldeki kahvaltımızın ardından, ekibin yarısının kaldığı diğer otele gitmek üzere minibüs ile yola çıktık. Bu ufak yolculuk için bile, önümüzde polis eskortu vardı, tüm kavşaklar biz geçerken trafiğe kapatıldı ve bize geçiş üstünlüğü verildi. Böylesine güvenlik önlemlerine sadece biz değil, yabancı bisikletçiler de çok şaşırdılar. Böylesi bir şey ile ilk kez karşılaştıklarını bize söyleyip duruyorlar ve çok etkilendikleri gözlerinden belli.


Diğer bisikletçiler ile de buluşarak, yola çıkıyoruz. Dünkü etaba göre daha az yokuşlu ve daha düz bir sürüşün ardından Nazilli’ye ulaşıyoruz. Yol boyunca her zamanki gibi bize polis araçları ve ambulans eskortluk etti. Nazilli’de de bizi, Kuşadası’nda olduğu gibi küçük bir karşılama töreni bekliyordu. Törenin ardından otelimize giderek dinleniyoruz.



Bugün, ekibe ve sürüşlerine biraz daha uyum sağlamaya başladım. İlk başlarda grup içerisinde tempoyu ayarlayamadığım gerekçesiyle, benim öne geçmemi pek istemiyorlardı ancak yavaş yavaş ben de grup içerisine girmeye başlıyorum.

3.    GÜN (NAZİLLİ-TAVAS) 1 Ekim 2009

Etap: 92.77 Kilometre
Süre: 04.38.34 Saat

Bu etap ve bir sonraki etap, bu tur boyunca geçilecek en zor ve yokuşlu etaplar olacak. Sabah yine 07.00’de uyandık ve kahvaltı ettik. Saat 08.10’da bisikletlerimize atlayarak, bu zorlu etaba başlıyoruz.



Bugünkü etapta eşi benzeri sadece Türkiye’de olabilecek bir olaya daha şahit oluyoruz. Önümüzde giden polis aracı, canımız sıkılmasın diye radyoyu megafona verdi ve bizim müzik eşliğinde bisiklete binmemizi sağlıyorlar. Gerçekten inanılmaz ve garip bir durumdu. J



Bir sürü yokuş ve inişin ardından, bizim için çok zorlayıcı olacak başka bir yokuşa geliyoruz. Bu yokuş, bugün çıkacağımız son yokuş ve bir geçide ulaşıyor. Bu geçidin de irtifa farkı yaklaşık olarak 1000 metre olduğundan bizi bir hayli uzun ve zorlayıcı bir yokuş bekliyordu. Ve tırmanmaya başlayoruz. Yavaş yavaş herkes, kendi temposunda çıkmaya başladı yokuşu ve birinci grup dağıldı. Artık her iki tarafımda yükselen çam ağaçlarının eşliğinde grubun en önünde ilerliyordum. Benim nefes sesime, sadece etrafımdaki kuşlar ve böceklerin sesleri eşlik ediyordu ve tabi bir de önümdeki polis aracının bazen megafonda açtığı radyo yayını… İşte hayat buydu. Yaşamanın anlamı sanırım buydu benim için. O an hissettiklerimi, hiçbir kelime ile anlatamam. Her şeyden uzak, doğa ile iç içe sadece bisiklete biniyordum. Resmen bisikletimle tek bir bütün olmuş, bacaklarımdaki ağrıyı umursamadan pedallıyordum.

Bize Yolda Eşlik Eden ve Hoparlörlerden Radyo Açan Polislerle...

Tepeye vardım ve arkamdan Herman ve Karin geldiler. Her tepeyi çıktığımız da yaptığımız gibi birbirimizi tebrik ettik ve sonra arkamızdaki aracımızın gelip bagajının açılmasını dört gözle beklemeye başladık. 2 dakika sonra manzaraya karşı muzlarımızı yiyor ve içeceklerimizi içiyorduk.

Sonrasında rahat bir inişten sonra Tavas’a ulaşıyoruz. Bizi her zamanki gibi bir karşılama heyeti karşıladı ve törenin ardından otelimize yerleştik.  

Bu arada şu bilgiyi de vereyim hemen. Her etabın ardından akşam, otelde toplantılar oldu. Bu toplantılarda, gün içinde nelerin doğru nelerin yanlış yapıldığı tartışılıyor ve bir sonraki etapta nelere dikkat etmemiz gerektiği konuşuluyor. Ayrıca önümüzdeki etaplar hakkında teknik bilgiler de veriliyordu.

4.    GÜN (TAVAS-KORKUTELİ) 2 Ekim 2009

Etap: 152.62 Kilometre
Süre: 06.45.41 Saat

Sabah her zamanki gibi 07.00’de uyandık ve kahvaltı etmeye başladık. Vücudumda herhangi bir yorgunluk hissetmiyorum. Bu da, hem benim kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyor hem de moralimin yüksek olmasını.

Kahvaltımızın ardından saat 08.20 gibi tekrardan yola koyuluyoruz. Bugünkü etap, hem çok uzun hem de çok yokuşlu. Ondan dolayı, Roma’dan Mekke’ye olan güzergahtaki en zor etap olma özelliğini taşıyor. Çok uzun çıkışlar olduğundan, bizleri doğruyu söylemek gerekirse çok hırpaladı.

Bacaklarımda yorgunluk hissettiğimde, aldığım bir aspirin ile kendime geliyordum. Bu etapta da iki kere aspirin aldım ve bunun faydasını gerçekten gördüm. Bir de böyle uzun soluklu bir turda, yokuşların sizi yıpratmasının yanında çok su ve mineral kaybediyorsunuz. Herhalde bu etapta en az 10 matara su içmişimdir ki bu da ne kadar su kaybettiğimizin bir göstergesi.

Korkuteli’ne de herhangi bir sorun olmadan varıyoruz. İlk kez burada bisikletten inince yürüyemediğimi hissettim. Böyle kurbağaya benzer bir şekil almış iki büklüm olmuştum. Ancak esneme ve gerdirme hareketleri ile kendimi toparlayabildim.

Gerçekten bizleri aşırı derecede zorlayan bir etaptı. Ama buna rağmen soğuma hareketlerinden sonra ve gece boyunca bacaklarımda hiç ağrı hissetmedim ki bu da artık tura iyice adapte olduğumun bir göstergesi.

Korkuteli’nde ufak bir gezintinin ardından, akşam yemeği ve toplantıyı yaparak geceyi ettik ve yatıyoruz.

5.    GÜN (KORKUTELİ-ANTALYA) 3 Ekim 2009

Etap: 63.95 Kilometre
Süre: 02.11.58 Saat

Sabah güzel bir kahvaltının ardından, Korkuteli’nden Antalya’ya doğru yola çıktık. Bu etap boyunca Antalya’dan gelen bisikletçiler de bizlere eşlik ettiler. Bugünkü etap çok kısa ve yokuşsuz. Ondan dolayı gayet rahat çeviriyoruz.

Korkuteli'nde Bize Eşlik  Eden Bisikletçilerle

Normalde her 30 kilometrede bir mola verirken, bu etapta her 20-25 km’de bir mola verdik. Bir molada, 4000 euroluk bisiklete sahip olan Herman(benim grupta en iyi anlaştığım yabancı bisikletçi), formasını değiştirdi. Grubu gönderdik ve ben de onu bekledim. Yaklaşık bir 10 dakika kaybettikten sonra beraber sürekli değişerek çevirmeye başladık. Yokuş aşağı 65-70 km. hızda indikten sonra düz yola geldik ve yaklaşık 44 km. ortalama ile beraber değişerek çevirdik. İşte; belki de en çok yorulduğum ancak, en çok da keyif aldığım kısımlardan birisi bu anlardı. Tüm grubu yakaladık ve gücümüz bitene kadar çevirmeye devam ettik. Bu hızlanma gerçekten çok iyi geldi…

Öğlen saatlerinde Antalya’ya ulaşıyoruz ve uygulama oteline yerleşiyoruz. Otel ve manzarası gerçekten inanılmaz… Havanın da güzel olmasını fırsat bilerek hemen havuza atladım tabi ki.



Antalya’da akşam, bizim için müzede bir davet verildi. Bu davette de gerçekten inanılmaz güzel vakitler geçirdik ve yarınki Alanya etabı için otelin yolunu tuttuk.

6.    GÜN (ANTALYA-ALANYA) 4 Ekim 2009

Etap: 110.17 Kilometre
Süre: 3.40.00 Saat

Sabah yine 07.00’deki kahvaltının ardından yola çıktık. Buradan öncelikle Dinler Bahçesi’ne uğrayarak, orayı ziyaret edeceğiz ve sonrasında Alanya’ya devam edeceğiz.

İlk durağımız olan Dinler Bahçesi’ne varıyoruz. 3 dinin de ibadethanelerinin bulunduğu bu yeri herkesin görmesini tavsiye ediyorum. Burada ufak bir mola ve gezintinin ardından tekrardan yola çıkıyoruz.

Nihayet, tur boyunca ilk kez sıcak asfaltta sürmenin keyini yaşıyorum. Bisiklet sanki kendi kendine gidiyor. Yol tek kelimeyle harika. Çok az iniş ve çıkış olan bu etap, gerçekten de Türkiye’de bisiklet sürülebilecek ender güzergahlardan biri bence. Bu etapta da çok rahatız.

Yol boyunca bize Türk bisikletçiler de eşlik ettiler. Antalya’dan uzaklaştıkça, yol daha da güzelleşmeye başlıyor. Şimdi bir tarafımızda sarp kayalıklar, bir tarafımızda da uçsuz bucaksız ve masmavi deniz uzanıyor. Bu doğa güzelliklerinin arasından virajlı yolda ilerliyoruz. Ve uzaklarda Alanya görünmeye başlıyor.

Ve Alanya’ya varıyoruz. Yarışlara katılanlar bileceklerdir. Sahilde triatlon yarışlarının düzenlendiği yerde bizim için yine bir karşılama töreni düzenlemişler. Bisikletlerimizi bırakıp, hemen sepetlerdeki dilimlenmiş portakallara saldırıyoruz ve bir çırpıda götürüyoruz.



Bu törenin ardından, otelimize gidiyoruz. Çok güzel bir otelde geceyi geçirdik. 2 kişilik odalarda, tek kişi kalmak gerçekten harikaydı ve bu otelin yemekleri de inanılmaz güzeldi. Yemeklerimizi yedikten ve biraz da Alanya sokaklarında gezdikten sonra, yarınki etap için uykuya dalıyoruz. 

7.    GÜN (ALANYA-MELLEÇ) 5 Ekim 2009

Etap: 106.54 Kilometre
Süre: 4.28.58 Saat

Bugün de zorlu bir etap bizleri bekliyor. Bu etap da çok inişli ve çıkışlı olacak. Güzel bir kahvaltının ardından son hazırlıklarımızı yapıyoruz ve otelimizin yanındaki okulun öğrencilerinin bizleri yolcu etmesiyle beraber yola koyuluyoruz.

Alanya’dan çıktıktan sonra yol tek şeride ve gidiş gelişe düşüyor. Yine bu yol da, sol tarafımız dik kayalıklardan, sağ tarafımız da uçurum ve denizden oluşuyor. Etap boyunca çıkışlar belki kısa gibi görünüyorlar ama çok dik oldukları için çok zorlayıcılar. Ama bu tek şeritli yolda, 60-65 km. hızla inmek ve yolun tümünü, dikkat etmek ve karşıdan araba gelmemesi şartıyla kullanarak virajları maksimum hızla alabilmek insana gerçekten büyük bir haz veriyor ve uçuyor gibi hissediyorsunuz. Ve tabi bunu inanılmaz bir doğanın içerisinden geçerek yapıyorsunuz.

Alanya’dan sonra, yokuşlarla beraber yaklaşık 600 metrelik bir irtifa kazanıyoruz ve şimdi harika manzaraya sahip bir tepeye ulaşıyoruz. Alt tarafta yolun devamında muz bahçeleri başlıyor. İnanılmaz bir manzara var. Ayrıca hava ve bulutlar da bu manzaraya eşlik ederek, harika bir görüntü oluşturuyorlar.

Bu tepeden inmeye başlıyoruz. İnanılmaz virajlı ve dikkat edilmezse kaza yapılması an meselesi olan bir yolda deniz seviyesine kadar iniyoruz. Sonra aniden yokuş başlıyor. Ama görmeniz lazım inanılmaz dik ve virajlı bir yokuş. Her iki yanımızda muz bahçeleri sıralanıyor. İnanılmaz bir manzara ve benim için inanılmaz bir keyif… Bacaklarımda laktik asidin yaptığı ağrıyı hissediyorum. Ama bu acı bile bana çok büyük bir keyif ve mutluluk veriyor. Harika bir doğada, muz bahçeleri arasından köylü amcaları selamlayarak 300 metre irtifa daha kazanıyoruz.

Muz Bahçelerine Doğru İnerek Tekrar Tepe Boyunca Tırmanıyoruz

Sonrasında yol daha da virajlı hale geliyor. Yolda çok garip bir eğim var. İniyormuşsunuz gibi geliyor ama bir türlü hızlanamıyorsunuz ve yokuş çıkıyorsunuz. Belki sizi çok yoruyor bu yol ancak, sürüş sırasında çok büyük bir keyif aldığımı hissediyorum. Sonunda bu virajlı yolda, hızla aşağıya deniz seviyesine inmeye başlıyoruz. Tabi yüksek hızlarda... Ve sonunda Melleç görünüyor.

Önde Herman arkasında ben bu inişi gerçekleştirerek Melleç’te konaklayacağımız yere ulaşıyoruz. Ve bu zorlu etap ardından birbirimizi kutluyoruz. En zevkli etaplardan birini daha arkamızda bıraktık.

Melleç Restoran

Eğer yolunuz o taraflara düşerse, Melleç Restoran’da bir gün kalın. Doğasıyla gerçekten görmeniz ve kalmanız gereken bir yer…

Melleç Restoran

Akşam yemeğinde, balık ve şarap keyfi ile midelerimize bir ziyafet çektiriyoruz.


Melleç'te Gün Batımı


8.    GÜN (DİNLENME) 6 Ekim 2009

Bugün dinlenme günümüz ve bisiklete binmeyeceğiz. Günü, Anamur’u ve Anamur Kalesi’ni geçirerek ve ardından da otobüs ile Silifke’ye geçerek tamamlıyoruz. Melleç-Silifke arasını otobüsle geçmek zorunda kaldık çünkü yol inanılmaz derecede bozuk ve asfalt değil. Hatta bazı yerlerde yol diye birşey yok. Bu yaklaşık 40 kilometrelik kısmı otobüsle aşağı yukarı 2 saatte geçerek, Silifke’ye ulaşıyoruz.

Anamur Kalesi
Silifke

Günün geri kalanını da Silifke’yi gezerek geçiriyoruz. Silifke’yi de gerçekten görmenizi tavsiye ederim.
Silifke Kalesi ve Gün Batımı

9.    GÜN (Silifke-Mersin) 7 Ekim 2009

Etap: 92.93 Kilometre
Süre: 3.57.26 Saat

Her zamanki gibi sabah 07.00’deki kahvaltının ardından dinlenmiş bir şekilde, yola çıkıyoruz. Artık grup içerisinde herkes birbirine alıştı ve etaplar sırasında daha düzenli ve bir kural içerisinde sürüyoruz. Bu da hem grubun motivasyonunu arttırıyor hem de biraz daha hızlı gidebilmemizi sağlıyor.

Kız Kalesi

Silifke’den çıktıktan sonra ilk mola yerimiz Kız Kalesi oldu. Buranın ardından ikinci molayı Cennet ve Cehennem Mağaraları’na uğrayarak veriyoruz. Buraları da gezerek etaba kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yol az yokuşlu olduğundan bugün de gayet rahat bir tempoda sürerek Mersin’e ulaşıyoruz.

Mersin’de bizleri bir sürpriz bekliyor. Bize bandolu bir karşılama töreni hazırlamışlar ve bandonun eşliğinde tören alanına ulaşıyoruz. Böyle bir ortamla karşılaşmak bizleri gerçekten şaşırtıyor ve onure ediyor.

Törenin ardından bizler için ayarlanan otele ulaşıyoruz. İtiraf etmek gerekirse ben Mersin’in bu kadar büyük ve güzel bir şehir olduğunu bilmiyordum.



Akşam yemeğinin ardından, Mersin Devlet Senfoni Orkestrası’nın bizler için verdiği konseri izlemeye gittik. Gerçekten harika ve tadı damağımızda kalan bir konserdi ve çok eğlendik.

10.  GÜN (Mersin-Adana) 8 Ekim 2009

Etap: 81.96 Kilometre
Süre: 3.19.26 Saat

Bugün de kısa bir etap geçiyoruz. Sabah 08.00’de bisikletlerimize tekrardan atlıyoruz. Buradan sonraki ilk durağımız Tarsus.

Yaklaşık bir buçuk saat sonra ulaştığımız Tarsus’ta, bizleri yine bir karşılama töreni bekliyor. Artık bu törenlere alışmaya başladık. Sonrasında Tarsus’u geziyoruz ve ardından bizler için verilen öğle yemeğine katılıyoruz.

Tarsus’u da görüp gezdikten sonra Adana’ya doğru yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yol neredeyse düz ve çok az tırmanış içeriyor. Ancak asfalt kalitesi ilerledikçe giderek bozulmaya başlıyor. Fakat bugün de gayet rahat bir sürüş geçiriyoruz.

Adana’ya da ulaşıyoruz. Burası da Mersin gibi çok büyük ve çok güzel bir şehir… Adana’da da bizleri bir karşılama töreni ile karşılıyorlar. Ve tabi ki bando ile...

11.  GÜN (Adana-İskenderun) 9 Ekim 2009

Etap: 138.71 Kilometre
Süre: 5.30.53 Saat

Bugün Adana’dan İskenderun’a uzun ama düz bir yolumuz var. Yol düzdü belki tırmanış çok azdı, ancak bizi çok sarstı. Asfalt kalitesinin çok kötü olması ve yolda bir sürü çukurun bulunması yüzünden, İskenderun’a varınca sarhoş gibi olmuştuk ve bir taraflarımız çok ağrımıştı.

Yol üzerinde geçtiğimiz üç, dört ilçede de bize karşılama töreni düzenlediler ve bolca portakal ve mandalina ikram ettiler. Tabi bu durum da bizleri oldukça mutlu etti.

Bu arada, kollarımda ve bacaklarımda küçük küçük su toplamalar oluşmaya başladı çünkü yolun başından beri hiç bir koruyucu krem kullanmadım. Bunun üzerine arkamızda bulunan ambulanstan aldığım sıvıyı, kollarıma ve bacaklarıma sürdüm ve bana su toplayan yerleri sürekli nemli tutmam gerektiğini söylediler. Siz siz olun benim bu yanlışımı yapmayın. Uzun turlarda kesinlikle krem de kullanın.

Otelimize yerleştik ve her zamanki yaptığımız toplantıyı yaptık. Bu etapta neredeyse hiçbir şeyi yanlış yapmamış ve en düzenli halimizle gitmiştik. Bundan dolayı toplantı da çok kısa sürdü. Artık 11. günün ardından tam bir grup sürüşü yapmıştık ve bundan dolayı da grubun motivasyonu ve enerjisi bir hayli yüksekti. Artık herkes birbirine alıştı.

Akşam bizler için verilen yemeğe katılarak günümüzü noktalıyoruz.

12.  GÜN (İskenderun-Hatay) 10 Ekim 2009

Etap: 62,95 Kilometre
Süre: 2.46.25 Saat

Ve benim için turda bisiklete bineceğim son güne geldik. Son kez bu ekiple beraber bisiklete bineceğim ve buradan İstanbul’a döneceğim. Ondan dolayı hafif bir durgunluk var üzerimde.

Her zamanki saatte yola çıkıyoruz. Yoldaki asfaltın kalitesi Adana-İskenderun arasına göre daha iyi olduğundan, daha rahat ve ağrısız bir sürüş gerçekleştiriyoruz. Bu etapta tek bir tane tırmanış var. Yaklaşık 700 metrelik irtifa kazanıyorsunuz, sonra da dümdüz bir ovaya inerek Hatay’a ulaşıyorsunuz. Ve bu tırmanışa başlıyoruz. Ben ve Karin, en önden gidiyoruz yine. Giderek yükseliyoruz evlerin arasından. Bir süre sonra evler yerini, derin bir uçuruma ve harika bir manzaraya bırakıyor. Ve işte son tırmanışımın son zirvesine, varıyoruz. Buradan ineceğimiz yol ve tüm ova gözüküyor. Manzara tek kelimeyle harika…

Buradaki molada enerjimizi depoluyoruz. Grup tekrardan toparlanıyor ve deli gibi gidebildiğimiz son süratte inişe başlıyoruz. Yaklaşık 65-70 kilometre hız ile virajlardan döne döne inerek ovaya ve düzlüğe ulaşıyoruz.

İleride yine bir ilçede bizleri karşılama töreni bekliyor. O törenin ardından tekrardan dümdüz ovada yolumuza devam ediyoruz.
Hatay - Dörtyol'da Karşılama Töreni

Ve Hatay’dayız. Benim için turun sonlanacağı noktadayız. Burada Hatay’ın ilk butik otelinde geceyi geçireceğiz.

Burada sevgili dostum Herman bana kullandığı diğer formasını hediye etti ve gerçekten çok mutlu oldum. Ben de ona, milli bisiklet takımımızın formasını bulabilirsem göndereceğim.

Bisikletlerimizi bıraktıktan sonra, Hatay’ı gezmeye başlıyoruz. Önce Hatay Arkeoloji Müzesi’ni, sonra da cami ve kiliseyi geziyoruz. Hatay; kültürü ile ve gerekse bulunduğu konum itibari ile 3 dinin de zamanında merkezi olmuş bir il. Hala bu gelenek devam ediyor ve Hatay’da 3 dine mensup insanlar da kardeşçe yaşıyorlar. Ülkemizin ne kadar önemli bir kültürü olduğunu ve bunun korunması gerektiğini, işte bu şehri gezerken gayet iyi anlıyorsunuz. Hatay’a da kesinlikle gelin ve gezin.

13.  GÜN (Hatay-Suriye Sınırı) 11 Ekim 2009

En son güne geldik çattık. Bugün gruba, sınıra kadar araçla eşlik edeceğiz ve grubu yolcu ettikten sonra, İstanbul’a döneceğim.

Sınıra kadar olan 40 kilometrelik yolu gidiyoruz. En önde bir polis aracı, arkasında bisikletçiler sonra ambulans ve ekipman aracı ve en arkada da Gençlik Spor İl Müdürü’nün aracı ve bizim aracımız, uzun bir konvoy halinde ilerliyoruz. Sonrasında pasaport işlemlerinin ardından, Suriye sınırı girişine de geçiyoruz hep beraber.

Artık ayrılık vakti geliyor. Ekibi ve bizi temsil eden Baga(Bahadır Karaata)’yı yolcu ediyoruz. Böylelikle free shop’tan da yararlanma imkanım oldu ve Suriye sınırını da görmüş oluyorum.

İşte benim için bir macera daha noktalandı. Toplamda 12 günde 1132.49 kilometre yol yapıp, 47.51.37 saatimizi bisiklet üzerinde geçirmişiz. Ve bu süre zarfında bisikletimin tek bir lastiğinin bile patlamamış olmaması ve bana hiç sorun çıkarmaması beni gayet mutlu etti.
Cefakar Bisikletim

Ekibe artık Suriye’de ne polis eskortluk edecek, ne de arkalarında bir ambulans olacak. Umarım bu duruma çabuk alışırlar. Alışamazlarsa işleri zor…

Bu tur sayesinde, artık bir sürü yeni arkadaşım var. Hem de gencecik ve çok iyi bisikletçi arkadaşlar edindimJ. Ve bir sürü insanla tanışma fırsatım oldu. Bana hayata başka bir pencereden bakma imkanı sağlayan bu turun organizasyonunda görev alan herkese çok teşekkürler ve bana turda bisiklete binme imkanı veren başta Sedef Bircan olmak üzere herkese çok teşekkürler. Başka turlara da katılabilmek dileğiyle…


25 Eylül 2009 Cuma

Bolkarlar ve Ağrı Tırmanışı

Bu yolculuk ve tırmanış yazısını okurken umarım keyif alırsınız. Çünkü biz bu yolculukta, Anıl ile beraber çok eğlendik ve çok farklı yerlere yolculuklar gerçekleştirdik. Umarım bizim yaşadıklarımızı biraz sizler de hissedebilirsiniz. Ve artık yolculuk başlasın…

İstanbul’a yeni dönmüştüm. Ve Anıl’a söz verdiğim gibi İstanbul’a döner dönmez onunla dağa gidecektik. Rauf ile konuştuk ve Bolkarlar’a tırmanışa gideceğimizi söyledik. Zaten Rauf’un evi Bolkarlar’ın hemen dibinde Niğde’deydi.

Bolkarlar'a Varış

25 Ağustos akşamı Beşiktaş’ta Anıl ile buluştuk ve Harem’e gittik. Anıl bana uzun bir yolculuğa çıkacağımızın ilk sinyallerini işte o akşam vermeye başladı. Ama ben sadece Bolkarlar’a ve biraz da Aladağlar’a gidip gelecektim. Yani sadece 6 günlük bir faaliyet olacaktı. 16 günlük olacağını bilseydim yanıma biraz daha eşya alırdım. :-)

Bolkarlar

Neyse, uzun soluklu yolculuğumuz Harem’den otobüsümüzün hareket etmesiyle beraber başladı. Rahat diyebileceğim bir yolculuk ile Niğde Ulukışla’ya vardık. Rauf bizi otogar odasının önünden aldı. Oda diyorum çünkü Ulukışla otogarı sadece bir odadan ibaret. :-) Rauf’ların evine gittik. Rauf hastaydı ve yeni yeni iyileşiyordu. Planımız, günü ve o akşamı Rauflarda geçirip, sabah Bolkarlar’a gitmekti. Ancak Rauf’un durumunun iyi olmadığına karar verdik, hem ailesi de Rauf’un tam iyileşmeden tırmanışa gitmemesinden yanaydı ki bizce de haklılardı.

Bolkarlar
Çarşamba ve perşembe gecesini Rauf’larda geçirdik.  Rauf’un ailesi bizi gerçekten çok iyi ağırladı. Özellikle annesinin yaptığı çiğ köftelere bayıldık. :-)

Bolkarlar

Sanırım Perşembe akşamıydı, yemeği yedikten sonra salonda oturuyorduk. Rauf’un kız kardeşi kahve ister misiniz diye sordu. Artık kendimi ne kadar evimde gibi hissettiysem, bir anda ‘olsa iyi olur’ deyivermişim. :-) Bir misafir ancak bu kadar yüzsüz olabilir sanırım…

Bu arada çarşamba günü Anıl bana Ağrı’ya oradan da İran’a gidelim mi diye sordu. Biraz düşündükten sonra böyle bir fırsatın bir daha elime geçemeyeceğimi düşünerek gidelim dedim. Anıl Ağrı Dağı’nda rehberlik yaptığı için hem orayı çok iyi biliyor hem de İran’a daha önceden gitmişti. Hemen babamı arayıp pasaportumu amcalara(Develi’ye) göndertmesini söyledim. Ağrı Valiliği’ne de hemen izin yazısını gönderttik. Böylelikle kaç gün süreceğini tahmin edemeyeceğimiz yolculuğumuzun güzergahı yavaş yavaş belli olmaya başladı.

Cuma sabahı(28.08.2009) erkenden Bolkarlar’a keşif tırmanışına gittik. Gece kalmadan aynı gün dağdan geri dönecektik. Bolkarlar doğasıyla ve gölleri ile herkesin görmesi gereken bir yer ve daha keşfedilmemiş birçok yeri var. Bir sürü çukurları var örneğin. Bu özelliğinden dolayı kışın gitmeye biraz elverişsiz aslında. Eğer çukurların yerini bilmiyorsanız düşme ihtimaliniz olabilir. Mesela Bolkarlar’da dünyada sadece iki yerde olan bir kurbağa türü yaşıyor. Ötmeyen kurbağa…

Bolkarlar’dan dönüşümüzde yörüklerle karşılaştık. Bir tavşanı pişirmişler yemeye çalışıyorlardı çünkü tavşanı pişirirken acayip derecede acı koymuşlar. :-) Güzelim tavşanı yenmeyecek hale getirmişler. Bize de ikram ettiler tabi. O acısına rağmen tavşanın eti harikaydı.

Tırmanışımızın ardından eve döndük ve geceyi de Rauf’ların evinde geçirdik. Sabah (29.08.2009) erkenden kalkarak Niğde minibüsleriyle Niğde’ye ulaştık. Niğde’de Doğu Ekspresi treninden Kayseri-Kars güzergahı için biletlerimizi aldık. Trenimiz akşam 00.23’de kalkacak.

Niğde’den Kayseri otobüsleri ile Develi sapağına kadar sorunsuz bir şekilde geldik ve otostop çekmeye başladık. Ancak o kadar çok çantamız var ki hiçbir araç bizi almak istemiyor. Yaklaşık 40 dakika bekledikten sonra bir ıslak kum yüklü kamyon sularını döke döke durdu ve bizi aldı. Kamyon acayip yüklü o kadar ki fren yapamıyor kendi kendine duruyor. Şoför ile muhabbet etmeye başladık. Amcamı söyleyince hemen tanıdı ve aslında yasak olmasına rağmen şehir merkezine girerek eve yakın bir yerde bizi bıraktı.

Bu arada biraz Develi hakkında bilgi vereyim. Erciyes Dağı’nın bir yüzeyinde Kayseri diğer yüzeyinde Develi bulunmaktadır. Erciyes Dağı, bir duvar gibi iki yerleşim birimini ayırmakla kalmamış, aynı zamanda farklı kültürlerin oluşmasını da sağlamıştır. Ondan dolayı Kayseri halkı ile Develi halkı arasında çok büyük farklılıklar ve çekişmeler vardır. Mesela hiçbir Develili Kayseriliyim demez, Develiliyim der. :-)

Bu ufak bilgilendirmeden sonra gelin yolculuğumuza geri dönelim. Kamyondan indik ve eve doğru yürümeye başladık. Yürürken bir anda telefonum çaldı. Arayan Esin’di. Kayseri’de geziyorlarmış, kalacak yer sormak için beni aramış. Bizim de Develi’de olduğumuzu öğrenince hemen Develi’ye geldiler. Esin’in abisinin yemin töreni varmış, törenden sonra arabayla İç Anadolu’yu gezmeye başlamışlar. Vay be, kaderde Esin’le Develi’de karşılaşmak varmış.

Çok ısrar etmemize rağmen Esin’leri akşam yemeğine kalmaya ikna edemedik ve Ürgüp tarafına doğru yola çıktılar.

Akşam yemeğinde Develi’ye has bir yiyecek olan Cıvıklı yedik. Cıvıklı, bir pide çeşididir ve kuşbaşı et ile yapılır. İnce uzun açılan pideye etler ve maydanoz vs. eklenerek taş fırında fırınlandıktan sonra servisi yapılır. Gerçekten harika bir lezzete sahiptir. Eğer yolunuz Develi’ye düşerse kesin yiyin.

Sabah trende yemek için tahinli pidemizi de yaptırdık. Artık Develi’den Kayseri’ye doğru yola çıkmaya hazırız. Amcam sağ olsun bizi Kayseri garına kadar bıraktı ve garda bizi bir sürpriz bekliyordu. Tren 2 saat rötarlı gelecekti. Garda treni beklemeye başladık. 

Nihayet gece 2 gibi tren geldi ve 20 saat sürecek yolculuğumuz başladı. Biraz yorgun olduğumuzdan dolayı hemen uyumuşuz. Sabah (30.08.2009) kalktık ve Develi’den aldığımız tahinli pide ile kahvaltımızı yaptık.

Yol git git bitmiyor. Bolca fotoğraf, video çekiyoruz, bazen yemekli vagona gidip bir şeyler yiyoruz fakat zaman bir türlü trende geçmiyor. Gerçi trenin gittiği güzergah gayet güzel. Kanyonlardan, vadilerden geçiyoruz. Doğu Ekspresi her küçük ya da büyük yerleşim biriminde duruyor bundan dolayı da çok yavaş ilerlemek zorunda kalıyoruz. Ama hemen şunu belirteyim tren gayet temiz ve bakımlı, tek sorunu yavaşlık…

Nihayet 20 saatlik yolculuğumuz bitti ve Kars garına akşam 8 gibi ulaştık. Bu arada trende Fransız ve Avusturyalı iki adamla tanıştık. Trene İstanbul’dan binmişler ve 40 saatlik yolculuk geçirmişler. Zaten trenden indiklerinde sarhoş gibi bir o yana bir bu yana sallanıyorlardı. Buradan Gürcistan’a geçerek yolculuklarına devam edeceklermiş.

Gar civarındaki marketten akşam yemeği için kaşar, şeker, pide vs. aldık. Tekrardan gara döndük ve ocağımızı da yakarak çay hazırlamaya başladık. Bu geceyi Kars garında geçireceğiz. Akşam yemeğimizi Fransızlar ve polisin biraz önce gara getirdiği bir amca ile beraber yedik.

Matlarımızı serdik ve yavaş yavaş uyku moduna geçiyoruz. Yol biraz bizi de sersemletmiş galiba, gözlerimiz çabucak kapanıyor.

Sabah(31.08.2009) çok soğuk bir havaya uyandık. Herhalde hava sıcaklığı eksili derecelerdeydi. Ağustos ayında bu kadar soğuksa ben kış aylarını düşünemiyorum. Gardan bu soğuk havada çıkarak hızlı bir şekilde şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Buradan Iğdır’a gideceğiz oradan da Doğubayazıt’a geçeceğiz.

Iğdır’a giden otobüsümüz saat 10.30’da kalktı ve yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuk ile Iğdır’a ulaşacağız. Iğdır’a yaklaştıkça karşımızda dev bir kütle belirmeye başlıyor. Ve karşımızda heybetiyle Ağrı Dağı… Bu arada Iğdır şehir merkezine girmeden otobüs eski bir binanın önüne yanaşarak buradan kaçak mazot aldı. Bu da sınıra yaklaştığımızın ilk işaretleri olsa gerek :-) …

Türkiye’de en çok bisikletin olduğu ve en çok bisikletin kullanıldığı şehir Iğdır’dayız. Her tarafta bisiklet görüyorsunuz. Şehir düz bir arazide kurulu olduğundan dolayı herkes işine giderken bisikleti kullanıyor. Kahvelerin önleri bisiklet dolu…

Iğdır’dan minibüs ile Doğubayazıt’a doğru yolculuk ettik. Yolda yapım çalışması olduğundan dolayı yavaş ve toz toprak içerisinde gidiyoruz. Ağrı Dağı’nın kenarından dolanarak Doğubayazıt’a vardık.

Doğubayazıt’ta ilk olarak Ecevit ağabeyin dükkanına uğrayarak yarın başlayacak tırmanışımız için bize ara ulaşım ayarlamasını istedik. Oradan otelimize giderek eşyalarımızı bıraktık. Bu arada biz İstanbul’dan çıkarken yanımıza ne krampon ne de çadır almıştık. Anıl sağ olsun bize Doğubayazıt’tan çadır ve iki çift krampon ayarladı. (Krampon, ayakkabının altına takılan ve çeşitli dişlerden oluşan bir malzemedir. Bu dişler sayesinde buzda hareket imkanı sağlar.) Onları da hallettikten sonra tırmanış için market alışverişine Anıl’ın arkadaşı Ahmet’in yanına gittik.

Böylece bir günü de bitirdik. Yarın sabah saat 07.00’de bizim için araç gelecek ve tırmanışımız başlayacak.

Sabah erkenden kalktık. Pencereyi açtığımızda inanılmaz bir manzara ile karşılaştık. Ağrı Dağı tam karşımızdaydı ve sağ taraftan güneş doğuyordu. Harika bir manzaraydı.

Otelden Büyük ve Küçük Ağrı Dağlarının Görünümü

Kahvaltının ardından araç ile tırmanışa başlayacağımız yere kadar ilerledik.(01.09.2009) Yaklaşık 2200 metre civarı bir irtifadan saat 08.45’de yürümeye başlıyoruz. Hedefimiz 3200 kampını pas geçerek direkt 4200 metredeki kampa ulaşmak ve buraya kampı atmak. Sonra da sabaha doğru uyanarak zirveye çıkıp inmek… Eğer bunu gerçekleştirebilirsek, bir koskocaman gün kazanacağız. Direkt 4200’e kamp atarak, gecesinde hemen zirveye gitmek çok zor ve efor sarf ettirecek gibi görünüyor aslında ve dikkatli tırmanmamız lazım çünkü çok hızlı irtifa kazanırsak rahatsızlanma ihtimalimiz var. 

Tırmanışa Başlarken

İlk başlarda çok güzel hafif bir rüzgar ile yükseliyoruz. Yükseldikçe ve tabi ki güneş de yükseldikçe sıcaklık artmaya başlıyor. Yükseldiğimiz her 200 metrede küçük bir mola veriyoruz. Her 400 metrede ise yaklaşık 10-15 dakikalık uzun molalar veriyoruz. Böylece dikkatli ve yavaş tırmanarak yüksekliğe giderek uyum sağlamayı amaçlıyoruz.


İlk kez 3700 metre üzerine çıkacağımdan dolayı vücudumun yüksekliğe karşı nasıl bir tepki vereceğini bilemiyorum. Umarım bir sorun olmadan zirveye kadar gidebiliriz.

Saat 12.20’de 3200 metredeki ilk kamp alanına ulaşıyoruz. Burada Anıl’ın arkadaşlarının çadırında hem dinleniyor hem de bir şeyler atıştırıyoruz. Yüksekliğe uyum için burada uzun bir süre kalacağız.

Ağrı Dağı eskiden volkanik bir dağ olduğundan dolayı arazi yapısı ve taş yapısı diğer dağlara göre farklılıklar içeriyor. Dağın pek yeşil olduğu söylenemez. Zaten irtifa kazanıldıkça yeşilliğin yerini koca koca ve keskin kayalar alıyor.

Saat 15.00’e kadar 3200 kampında dinleniyoruz. Artık 4200 metre için yola çıkabiliriz. Kendimi gayet iyi hissetmemin yanında hiçbir ağrım da yok. Yine aynı tempoda ve her 200’er metrede ve 400’er metrede kısa ve uzun molalar vererek yükselmeye devam ediyoruz.

Saat 17.31’de 4010 metreyi geçiyoruz. Saat 18.00’de de 4200 metre kampına ulaşıyoruz. Çabucak çadırımızı kurma işine girişiyoruz çünkü hava kararmak üzere. Hemen Anıl’ın telefonundan hava durumu raporunu alıyoruz hava önümüzdeki sabah açık gözüküyor. Bu arada üzerimizi bulutlar kaplamaya başlıyor. Umarım gece bu bulutlar dağılırlar da zirve yapabiliriz.

4200 metre Kampına Varış

Çadırı kurduktan sonra hemen bir şeyler yiyip içmek için ocağımızı yakıyoruz. Oh karnımız doyuyor. Tabi biz yemeğimizi yerken hava da kararıyor ve soğumaya başlıyor. Etrafımıza bir sis bulutu çöküyor. Artık uyumalıyız çünkü gece 04.00’de kalkarak zirveye doğru yola çıkacağız.


(02.09.2009) Saat 04.00 gibi uyanıyoruz. Aklımda saçma sapan düşünceler bir anda beliriyor.‘Ya ne işim var bu soğukta bu yerde, şimdi kim ocağı yakacak, su kaynatıp içecek, yiyecek, sonra da dışarı çıkacak’ gibi bana yakışmayan düşünceleri bir anda kafamdan siliyor ve hemen ocağı yakmaya başlıyorum. Bir şeyler yiyip içtikten sonra saat 05.30 gibi çadırdan çıkarak son hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Hava cidden çok soğuk ve bir sis bulutunun içerisindeyiz.

Hava Bozunca Geri Dönüyoruz

Hemen yürüyüşe başlıyoruz tabi havanın açmasını dua ederek. Fakat biz yükseldikçe hava sanki bize inat daha da kötüleşiyor. 4900 metreye kadar yükseliyoruz fakat artık gitmemize imkan yok çünkü görüş mesafemiz çok düşüyor. Hava gerçekten çok kötü, fırtına ve tipi var. Anıl’da Gps var ancak hiç hayatımızı tehlike atmaya gelmez diyerek saat 08.20’de 4900 metrelerden kampa dönmeye karar veriyoruz.

Saat 11.00 gibi kampta oluyoruz. Kamp günlük güneşlik sadece biraz rüzgar var ama dağın üst kısmı bulutlu ve kapalı. Yine Anıl’ın arkadaşlarının büyük yemek çadırında hem dinleniyoruz hem bir şeyler yiyoruz hem de sohbet ediyoruz. Hava bir ara burada da kapıyor ve hafif bir kar yağışı başlıyor. Aldığımız hava durumu raporlarına göre hava yarın da açık gösteriyor.

Anıl hiç belli etmeden geri dönmek istiyor aslında haklı olarak çünkü bende bu dağa 11-12 kere gelsem ben de dönmek isterdim, ama ben bir gece daha kalıp yeniden denemek istiyorum. Ve bir gece daha kalıp denemeye karar veriyoruz.

Akşam yemeğimizi yiyoruz ve saat 02.00’de kalkmak üzere yatıyoruz.

(03.09.2009) Kalktığımız zaman üzerimizdeki bulutların dağıldığını ve yıldızların göründüğünü görerek seviniyorum. Yalnız hava bir önceki geceye göre daha soğuk. Gerçekten insanın içini titretecek bir soğuk var dışarıda.

Bir şeyler yiyip içtikten sonra saat 02.20’de yürüyüşe başlıyoruz ve hep yaptığımız tempoda ve dinlenme aralığında yükselmeye devam ediyoruz. Biz yükseldikçe hava daha da soğuyor öyle ki dinlenme zamanlarında termosu tutarken ellerim soğuktan titriyor. Güneş çıkana kadar bu soğuk işkencesi devam edeceğe benziyor.

Saat 05.10 gibi 5000 metreyi geçiyoruz ve kramponumuzu giyiyoruz. Bu yükseklikte hala herhangi bir sorunum yok ve her şey olumlu gidiyor. Tek olumsuz giden şey havanın çok soğuk olması…

Tırmanışın Son Düzlüğü

Bu yüksekliklerden sonra artık zirveyi çok iyi görebiliyorsunuz ve zirve çok yakın gibi gözüküyor ama aslında hala çok uzak. Her tarafımızın bembeyaz olduğu bu arazi git git bir türlü bitmiyor.

Anıl benim yaklaşık 100 metre önümde ilerliyor. Ben ise tempomu biraz düşürdüm çünkü bundan sonrasını daha yavaş ve temkinli yükselmek istiyorum. İlerliyoruz, ilerliyoruz, hafif eğimde tırmanıyoruz bir türlü zirveye ulaşamıyoruz. Üstelik hala güneş çıkmadı ve hava inanılmaz derecede soğuk ve rüzgarlı.

Ve Anıl zirveye çıkıyor. Ben ise hala zirve yolunda yürüyorum.

Derken bir baktım ki sadece 4 adım kalmış zirveye ve Anıl zirvede beni bekliyor. İşte o an tüm gücümü toplayarak ve yorgunluğumu unutarak hızlı hızlı yürümeye başlıyorum. İşte zirvedeyim, 5137 metrede…(Saat 06.05) Zirvede beni güneş ışınları ve Anıl karşılıyor. Anıl ile sarılıyoruz ve birbirimizi kutluyoruz. Burada olmak harika bir duygu… Güneşin doğuşunu Ağrı’nın zirvesinde izlemek gerçekten harika…

Zirve

Zirveden her yer açık ve net bir şekilde gözüküyor. Zirve fotoğrafları çekiliyoruz ve 10 dakika zirvede kalıyoruz. Oh be işte çıktık.



Artık dönme vakti geliyor. Yavaş yavaş alçalmaya başlıyoruz. Hafif çok hafif bir baş ağrım var ancak bu irtifada gayet normal.



Anıl’ın dağda rehberlik yapan ve ekibini bizimle beraber zirveye çıkaran arkadaşının başı dertte… Çünkü çıkardığı yaşlı çift, inişte çok zorlanıyor ve çok düşüyorlar. Bunun üzerine Anıl arkadaşı ile kalarak çifti indirmelerine yardım ediyor. Ben inişime kendim devam ediyorum ve 4200 metre kampına ulaşıyorum. Anıl ise benden yaklaşık 3 saat sonra kampa ulaşıyor.

 
Bir şeyler yiyip içtikten sonra 3200 metreye inişe başlıyoruz. 3200 metreden de köye doğru inerek bizi bekleyen minibüse ulaşıyoruz.

Minibüs ile otelimize vardık ve kirlenen çamaşırlarımızı yıkama işine giriştik. Kısmen başarılı bir operasyonla çamaşırlarımız atık tertemiz…

Bu gece ve yarın gece de burada kalacağız. Sonra İran tarafına geçmeyi planlıyoruz.

(04.09.2009) Bugün Doğubayazıt’ı geziyoruz. Doğubeyazıt hem insanları hem bulunduğu konum hem de yapıları ile çok orijinal bir şehir. Bir tarafında Ağrı Dağı ve Türkiye, diğer tarafında ise İran bulunan bu sınır şehrini görmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Biraz da İshak paşa ile ilgili bilgi vereyim. Sarayın som altından yapılmış kapısı Rus istilası sırasında kaçırılmış ve şu an Moskova müzesinde sergileniyor. Sarayın en önemli özelliği de ilk kanalizasyon ve kalorifer sistemine sahip olmasıdır. 

İshak paşa Sarayı’nı gezdikten sonra bir şeyler yedik ve akşam Anıl’ın arkadaşları, Ahmetler ile oturduk çay içiyorduk ki bir anda beklenmedik bir şey oldu. Çay servisi yapan çocuk Anıl’ın üzerinden servis yapmaya kalkışınca, Anıl’ın suratını haşladı.J

Ya bu Anıl çok şansız bir herif… Yolculuğumuzun diğer safhalarında başına neler geldiğini öğreneceksiniz sadece biraz daha sabredin.

Tabi bu çay olayı Anıl için hiç iyi olmadı ancak ben ve iki Ahmet çok güldük. Biraz daha oturduktan sonra baktık ki Anıl’ın sol yüzü kızarmaya başlıyor hemen eczaneye giderek yanık kremi aldık. Şimdi durumu daha iyi sabaha kadar da geçeceğini tahmin ediyoruz.

Buradan da sabah İran'a geçeceğiz...