Bu yolculuk ve tırmanış yazısını okurken umarım keyif alırsınız. Çünkü biz bu yolculukta, Anıl ile beraber çok eğlendik ve çok farklı yerlere yolculuklar gerçekleştirdik. Umarım bizim yaşadıklarımızı biraz sizler de hissedebilirsiniz. Ve artık yolculuk başlasın…
İstanbul’a yeni dönmüştüm. Ve Anıl’a söz verdiğim gibi İstanbul’a döner dönmez onunla dağa gidecektik. Rauf ile konuştuk ve Bolkarlar’a tırmanışa gideceğimizi söyledik. Zaten Rauf’un evi Bolkarlar’ın hemen dibinde Niğde’deydi.
Bolkarlar'a Varış |
25 Ağustos akşamı Beşiktaş’ta Anıl ile buluştuk ve Harem’e gittik. Anıl bana uzun bir yolculuğa çıkacağımızın ilk sinyallerini işte o akşam vermeye başladı. Ama ben sadece Bolkarlar’a ve biraz da Aladağlar’a gidip gelecektim. Yani sadece 6 günlük bir faaliyet olacaktı. 16 günlük olacağını bilseydim yanıma biraz daha eşya alırdım. :-)
Neyse, uzun soluklu yolculuğumuz Harem’den otobüsümüzün hareket etmesiyle beraber başladı. Rahat diyebileceğim bir yolculuk ile Niğde Ulukışla’ya vardık. Rauf bizi otogar odasının önünden aldı. Oda diyorum çünkü Ulukışla otogarı sadece bir odadan ibaret. :-) Rauf’ların evine gittik. Rauf hastaydı ve yeni yeni iyileşiyordu. Planımız, günü ve o akşamı Rauflarda geçirip, sabah Bolkarlar’a gitmekti. Ancak Rauf’un durumunun iyi olmadığına karar verdik, hem ailesi de Rauf’un tam iyileşmeden tırmanışa gitmemesinden yanaydı ki bizce de haklılardı.
Bolkarlar |
Sanırım Perşembe akşamıydı, yemeği yedikten sonra salonda oturuyorduk. Rauf’un kız kardeşi kahve ister misiniz diye sordu. Artık kendimi ne kadar evimde gibi hissettiysem, bir anda ‘olsa iyi olur’ deyivermişim. :-) Bir misafir ancak bu kadar yüzsüz olabilir sanırım…
Bu arada çarşamba günü Anıl bana Ağrı’ya oradan da İran’a gidelim mi diye sordu. Biraz düşündükten sonra böyle bir fırsatın bir daha elime geçemeyeceğimi düşünerek gidelim dedim. Anıl Ağrı Dağı’nda rehberlik yaptığı için hem orayı çok iyi biliyor hem de İran’a daha önceden gitmişti. Hemen babamı arayıp pasaportumu amcalara(Develi’ye) göndertmesini söyledim. Ağrı Valiliği’ne de hemen izin yazısını gönderttik. Böylelikle kaç gün süreceğini tahmin edemeyeceğimiz yolculuğumuzun güzergahı yavaş yavaş belli olmaya başladı.
Cuma sabahı(28.08.2009) erkenden Bolkarlar’a keşif tırmanışına gittik. Gece kalmadan aynı gün dağdan geri dönecektik. Bolkarlar doğasıyla ve gölleri ile herkesin görmesi gereken bir yer ve daha keşfedilmemiş birçok yeri var. Bir sürü çukurları var örneğin. Bu özelliğinden dolayı kışın gitmeye biraz elverişsiz aslında. Eğer çukurların yerini bilmiyorsanız düşme ihtimaliniz olabilir. Mesela Bolkarlar’da dünyada sadece iki yerde olan bir kurbağa türü yaşıyor. Ötmeyen kurbağa…
Bolkarlar’dan dönüşümüzde yörüklerle karşılaştık. Bir tavşanı pişirmişler yemeye çalışıyorlardı çünkü tavşanı pişirirken acayip derecede acı koymuşlar. :-) Güzelim tavşanı yenmeyecek hale getirmişler. Bize de ikram ettiler tabi. O acısına rağmen tavşanın eti harikaydı.
Tırmanışımızın ardından eve döndük ve geceyi de Rauf’ların evinde geçirdik. Sabah (29.08.2009) erkenden kalkarak Niğde minibüsleriyle Niğde’ye ulaştık. Niğde’de Doğu Ekspresi treninden Kayseri-Kars güzergahı için biletlerimizi aldık. Trenimiz akşam 00.23’de kalkacak.
Niğde’den Kayseri otobüsleri ile Develi sapağına kadar sorunsuz bir şekilde geldik ve otostop çekmeye başladık. Ancak o kadar çok çantamız var ki hiçbir araç bizi almak istemiyor. Yaklaşık 40 dakika bekledikten sonra bir ıslak kum yüklü kamyon sularını döke döke durdu ve bizi aldı. Kamyon acayip yüklü o kadar ki fren yapamıyor kendi kendine duruyor. Şoför ile muhabbet etmeye başladık. Amcamı söyleyince hemen tanıdı ve aslında yasak olmasına rağmen şehir merkezine girerek eve yakın bir yerde bizi bıraktı.
Bu arada biraz Develi hakkında bilgi vereyim. Erciyes Dağı’nın bir yüzeyinde Kayseri diğer yüzeyinde Develi bulunmaktadır. Erciyes Dağı, bir duvar gibi iki yerleşim birimini ayırmakla kalmamış, aynı zamanda farklı kültürlerin oluşmasını da sağlamıştır. Ondan dolayı Kayseri halkı ile Develi halkı arasında çok büyük farklılıklar ve çekişmeler vardır. Mesela hiçbir Develili Kayseriliyim demez, Develiliyim der. :-)
Bu ufak bilgilendirmeden sonra gelin yolculuğumuza geri dönelim. Kamyondan indik ve eve doğru yürümeye başladık. Yürürken bir anda telefonum çaldı. Arayan Esin’di. Kayseri’de geziyorlarmış, kalacak yer sormak için beni aramış. Bizim de Develi’de olduğumuzu öğrenince hemen Develi’ye geldiler. Esin’in abisinin yemin töreni varmış, törenden sonra arabayla İç Anadolu’yu gezmeye başlamışlar. Vay be, kaderde Esin’le Develi’de karşılaşmak varmış.
Çok ısrar etmemize rağmen Esin’leri akşam yemeğine kalmaya ikna edemedik ve Ürgüp tarafına doğru yola çıktılar.
Akşam yemeğinde Develi’ye has bir yiyecek olan Cıvıklı yedik. Cıvıklı, bir pide çeşididir ve kuşbaşı et ile yapılır. İnce uzun açılan pideye etler ve maydanoz vs. eklenerek taş fırında fırınlandıktan sonra servisi yapılır. Gerçekten harika bir lezzete sahiptir. Eğer yolunuz Develi’ye düşerse kesin yiyin.
Sabah trende yemek için tahinli pidemizi de yaptırdık. Artık Develi’den Kayseri’ye doğru yola çıkmaya hazırız. Amcam sağ olsun bizi Kayseri garına kadar bıraktı ve garda bizi bir sürpriz bekliyordu. Tren 2 saat rötarlı gelecekti. Garda treni beklemeye başladık.
Nihayet gece 2 gibi tren geldi ve 20 saat sürecek yolculuğumuz başladı. Biraz yorgun olduğumuzdan dolayı hemen uyumuşuz. Sabah (30.08.2009) kalktık ve Develi’den aldığımız tahinli pide ile kahvaltımızı yaptık.
Yol git git bitmiyor. Bolca fotoğraf, video çekiyoruz, bazen yemekli vagona gidip bir şeyler yiyoruz fakat zaman bir türlü trende geçmiyor. Gerçi trenin gittiği güzergah gayet güzel. Kanyonlardan, vadilerden geçiyoruz. Doğu Ekspresi her küçük ya da büyük yerleşim biriminde duruyor bundan dolayı da çok yavaş ilerlemek zorunda kalıyoruz. Ama hemen şunu belirteyim tren gayet temiz ve bakımlı, tek sorunu yavaşlık…
Nihayet 20 saatlik yolculuğumuz bitti ve Kars garına akşam 8 gibi ulaştık. Bu arada trende Fransız ve Avusturyalı iki adamla tanıştık. Trene İstanbul’dan binmişler ve 40 saatlik yolculuk geçirmişler. Zaten trenden indiklerinde sarhoş gibi bir o yana bir bu yana sallanıyorlardı. Buradan Gürcistan’a geçerek yolculuklarına devam edeceklermiş.
Gar civarındaki marketten akşam yemeği için kaşar, şeker, pide vs. aldık. Tekrardan gara döndük ve ocağımızı da yakarak çay hazırlamaya başladık. Bu geceyi Kars garında geçireceğiz. Akşam yemeğimizi Fransızlar ve polisin biraz önce gara getirdiği bir amca ile beraber yedik.
Matlarımızı serdik ve yavaş yavaş uyku moduna geçiyoruz. Yol biraz bizi de sersemletmiş galiba, gözlerimiz çabucak kapanıyor.
Sabah(31.08.2009) çok soğuk bir havaya uyandık. Herhalde hava sıcaklığı eksili derecelerdeydi. Ağustos ayında bu kadar soğuksa ben kış aylarını düşünemiyorum. Gardan bu soğuk havada çıkarak hızlı bir şekilde şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Buradan Iğdır’a gideceğiz oradan da Doğubayazıt’a geçeceğiz.
Iğdır’a giden otobüsümüz saat 10.30’da kalktı ve yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuk ile Iğdır’a ulaşacağız. Iğdır’a yaklaştıkça karşımızda dev bir kütle belirmeye başlıyor. Ve karşımızda heybetiyle Ağrı Dağı… Bu arada Iğdır şehir merkezine girmeden otobüs eski bir binanın önüne yanaşarak buradan kaçak mazot aldı. Bu da sınıra yaklaştığımızın ilk işaretleri olsa gerek :-) …
Türkiye’de en çok bisikletin olduğu ve en çok bisikletin kullanıldığı şehir Iğdır’dayız. Her tarafta bisiklet görüyorsunuz. Şehir düz bir arazide kurulu olduğundan dolayı herkes işine giderken bisikleti kullanıyor. Kahvelerin önleri bisiklet dolu…
Iğdır’dan minibüs ile Doğubayazıt’a doğru yolculuk ettik. Yolda yapım çalışması olduğundan dolayı yavaş ve toz toprak içerisinde gidiyoruz. Ağrı Dağı’nın kenarından dolanarak Doğubayazıt’a vardık.
Doğubayazıt’ta ilk olarak Ecevit ağabeyin dükkanına uğrayarak yarın başlayacak tırmanışımız için bize ara ulaşım ayarlamasını istedik. Oradan otelimize giderek eşyalarımızı bıraktık. Bu arada biz İstanbul’dan çıkarken yanımıza ne krampon ne de çadır almıştık. Anıl sağ olsun bize Doğubayazıt’tan çadır ve iki çift krampon ayarladı. (Krampon, ayakkabının altına takılan ve çeşitli dişlerden oluşan bir malzemedir. Bu dişler sayesinde buzda hareket imkanı sağlar.) Onları da hallettikten sonra tırmanış için market alışverişine Anıl’ın arkadaşı Ahmet’in yanına gittik.
Böylece bir günü de bitirdik. Yarın sabah saat 07.00’de bizim için araç gelecek ve tırmanışımız başlayacak.
Sabah erkenden kalktık. Pencereyi açtığımızda inanılmaz bir manzara ile karşılaştık. Ağrı Dağı tam karşımızdaydı ve sağ taraftan güneş doğuyordu. Harika bir manzaraydı.
Otelden Büyük ve Küçük Ağrı Dağlarının Görünümü |
Kahvaltının ardından araç ile tırmanışa başlayacağımız yere kadar ilerledik.(01.09.2009) Yaklaşık
Tırmanışa Başlarken |
İlk başlarda çok güzel hafif bir rüzgar ile yükseliyoruz. Yükseldikçe ve tabi ki güneş de yükseldikçe sıcaklık artmaya başlıyor. Yükseldiğimiz her 200 metrede küçük bir mola veriyoruz. Her 400 metrede ise yaklaşık 10-15 dakikalık uzun molalar veriyoruz. Böylece dikkatli ve yavaş tırmanarak yüksekliğe giderek uyum sağlamayı amaçlıyoruz.
İlk kez 3700 metre üzerine çıkacağımdan dolayı vücudumun yüksekliğe karşı nasıl bir tepki vereceğini bilemiyorum. Umarım bir sorun olmadan zirveye kadar gidebiliriz.
Saat 12.20’de 3200 metredeki ilk kamp alanına ulaşıyoruz. Burada Anıl’ın arkadaşlarının çadırında hem dinleniyor hem de bir şeyler atıştırıyoruz. Yüksekliğe uyum için burada uzun bir süre kalacağız.
Ağrı Dağı eskiden volkanik bir dağ olduğundan dolayı arazi yapısı ve taş yapısı diğer dağlara göre farklılıklar içeriyor. Dağın pek yeşil olduğu söylenemez. Zaten irtifa kazanıldıkça yeşilliğin yerini koca koca ve keskin kayalar alıyor.
Saat 15.00’e kadar 3200 kampında dinleniyoruz. Artık 4200 metre için yola çıkabiliriz. Kendimi gayet iyi hissetmemin yanında hiçbir ağrım da yok. Yine aynı tempoda ve her 200’er metrede ve 400’er metrede kısa ve uzun molalar vererek yükselmeye devam ediyoruz.
Saat 17.31’de 4010 metreyi geçiyoruz. Saat 18.00’de de 4200 metre kampına ulaşıyoruz. Çabucak çadırımızı kurma işine girişiyoruz çünkü hava kararmak üzere. Hemen Anıl’ın telefonundan hava durumu raporunu alıyoruz hava önümüzdeki sabah açık gözüküyor. Bu arada üzerimizi bulutlar kaplamaya başlıyor. Umarım gece bu bulutlar dağılırlar da zirve yapabiliriz.
Çadırı kurduktan sonra hemen bir şeyler yiyip içmek için ocağımızı yakıyoruz. Oh karnımız doyuyor. Tabi biz yemeğimizi yerken hava da kararıyor ve soğumaya başlıyor. Etrafımıza bir sis bulutu çöküyor. Artık uyumalıyız çünkü gece 04.00’de kalkarak zirveye doğru yola çıkacağız.
(02.09.2009) Saat 04.00 gibi uyanıyoruz. Aklımda saçma sapan düşünceler bir anda beliriyor.‘Ya ne işim var bu soğukta bu yerde, şimdi kim ocağı yakacak, su kaynatıp içecek, yiyecek, sonra da dışarı çıkacak’ gibi bana yakışmayan düşünceleri bir anda kafamdan siliyor ve hemen ocağı yakmaya başlıyorum. Bir şeyler yiyip içtikten sonra saat 05.30 gibi çadırdan çıkarak son hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Hava cidden çok soğuk ve bir sis bulutunun içerisindeyiz.
Hava Bozunca Geri Dönüyoruz |
Hemen yürüyüşe başlıyoruz tabi havanın açmasını dua ederek. Fakat biz yükseldikçe hava sanki bize inat daha da kötüleşiyor. 4900 metreye kadar yükseliyoruz fakat artık gitmemize imkan yok çünkü görüş mesafemiz çok düşüyor. Hava gerçekten çok kötü, fırtına ve tipi var. Anıl’da Gps var ancak hiç hayatımızı tehlike atmaya gelmez diyerek saat 08.20’de 4900 metrelerden kampa dönmeye karar veriyoruz.
Saat 11.00 gibi kampta oluyoruz. Kamp günlük güneşlik sadece biraz rüzgar var ama dağın üst kısmı bulutlu ve kapalı. Yine Anıl’ın arkadaşlarının büyük yemek çadırında hem dinleniyoruz hem bir şeyler yiyoruz hem de sohbet ediyoruz. Hava bir ara burada da kapıyor ve hafif bir kar yağışı başlıyor. Aldığımız hava durumu raporlarına göre hava yarın da açık gösteriyor.
Anıl hiç belli etmeden geri dönmek istiyor aslında haklı olarak çünkü bende bu dağa 11-12 kere gelsem ben de dönmek isterdim, ama ben bir gece daha kalıp yeniden denemek istiyorum. Ve bir gece daha kalıp denemeye karar veriyoruz.
Akşam yemeğimizi yiyoruz ve saat 02.00’de kalkmak üzere yatıyoruz.
(03.09.2009) Kalktığımız zaman üzerimizdeki bulutların dağıldığını ve yıldızların göründüğünü görerek seviniyorum. Yalnız hava bir önceki geceye göre daha soğuk. Gerçekten insanın içini titretecek bir soğuk var dışarıda.
Bir şeyler yiyip içtikten sonra saat 02.20’de yürüyüşe başlıyoruz ve hep yaptığımız tempoda ve dinlenme aralığında yükselmeye devam ediyoruz. Biz yükseldikçe hava daha da soğuyor öyle ki dinlenme zamanlarında termosu tutarken ellerim soğuktan titriyor. Güneş çıkana kadar bu soğuk işkencesi devam edeceğe benziyor.
Saat 05.10 gibi 5000 metreyi geçiyoruz ve kramponumuzu giyiyoruz. Bu yükseklikte hala herhangi bir sorunum yok ve her şey olumlu gidiyor. Tek olumsuz giden şey havanın çok soğuk olması…
Tırmanışın Son Düzlüğü |
Bu yüksekliklerden sonra artık zirveyi çok iyi görebiliyorsunuz ve zirve çok yakın gibi gözüküyor ama aslında hala çok uzak. Her tarafımızın bembeyaz olduğu bu arazi git git bir türlü bitmiyor.
Anıl benim yaklaşık 100 metre önümde ilerliyor. Ben ise tempomu biraz düşürdüm çünkü bundan sonrasını daha yavaş ve temkinli yükselmek istiyorum. İlerliyoruz, ilerliyoruz, hafif eğimde tırmanıyoruz bir türlü zirveye ulaşamıyoruz. Üstelik hala güneş çıkmadı ve hava inanılmaz derecede soğuk ve rüzgarlı.
Ve Anıl zirveye çıkıyor. Ben ise hala zirve yolunda yürüyorum.
Derken bir baktım ki sadece 4 adım kalmış zirveye ve Anıl zirvede beni bekliyor. İşte o an tüm gücümü toplayarak ve yorgunluğumu unutarak hızlı hızlı yürümeye başlıyorum. İşte zirvedeyim, 5137 metrede…(Saat 06.05) Zirvede beni güneş ışınları ve Anıl karşılıyor. Anıl ile sarılıyoruz ve birbirimizi kutluyoruz. Burada olmak harika bir duygu… Güneşin doğuşunu Ağrı’nın zirvesinde izlemek gerçekten harika…
Zirve |
Zirveden her yer açık ve net bir şekilde gözüküyor. Zirve fotoğrafları çekiliyoruz ve 10 dakika zirvede kalıyoruz. Oh be işte çıktık.
Artık dönme vakti geliyor. Yavaş yavaş alçalmaya başlıyoruz. Hafif çok hafif bir baş ağrım var ancak bu irtifada gayet normal.
Anıl’ın dağda rehberlik yapan ve ekibini bizimle beraber zirveye çıkaran arkadaşının başı dertte… Çünkü çıkardığı yaşlı çift, inişte çok zorlanıyor ve çok düşüyorlar. Bunun üzerine Anıl arkadaşı ile kalarak çifti indirmelerine yardım ediyor. Ben inişime kendim devam ediyorum ve 4200 metre kampına ulaşıyorum. Anıl ise benden yaklaşık 3 saat sonra kampa ulaşıyor.
Bir şeyler yiyip içtikten sonra 3200 metreye inişe başlıyoruz. 3200 metreden de köye doğru inerek bizi bekleyen minibüse ulaşıyoruz.
Minibüs ile otelimize vardık ve kirlenen çamaşırlarımızı yıkama işine giriştik. Kısmen başarılı bir operasyonla çamaşırlarımız atık tertemiz…
Bu gece ve yarın gece de burada kalacağız. Sonra İran tarafına geçmeyi planlıyoruz.
(04.09.2009) Bugün Doğubayazıt’ı geziyoruz. Doğubeyazıt hem insanları hem bulunduğu konum hem de yapıları ile çok orijinal bir şehir. Bir tarafında Ağrı Dağı ve Türkiye, diğer tarafında ise İran bulunan bu sınır şehrini görmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Biraz da İshak paşa ile ilgili bilgi vereyim. Sarayın som altından yapılmış kapısı Rus istilası sırasında kaçırılmış ve şu an Moskova müzesinde sergileniyor. Sarayın en önemli özelliği de ilk kanalizasyon ve kalorifer sistemine sahip olmasıdır.
İshak paşa Sarayı’nı gezdikten sonra bir şeyler yedik ve akşam Anıl’ın arkadaşları, Ahmetler ile oturduk çay içiyorduk ki bir anda beklenmedik bir şey oldu. Çay servisi yapan çocuk Anıl’ın üzerinden servis yapmaya kalkışınca, Anıl’ın suratını haşladı.J
Ya bu Anıl çok şansız bir herif… Yolculuğumuzun diğer safhalarında başına neler geldiğini öğreneceksiniz sadece biraz daha sabredin.
Tabi bu çay olayı Anıl için hiç iyi olmadı ancak ben ve iki Ahmet çok güldük. Biraz daha oturduktan sonra baktık ki Anıl’ın sol yüzü kızarmaya başlıyor hemen eczaneye giderek yanık kremi aldık. Şimdi durumu daha iyi sabaha kadar da geçeceğini tahmin ediyoruz.
Buradan da sabah İran'a geçeceğiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder